Abdurrahim Karakoç ile Mihriban üzerine röportaj
- Nedir Mihriban'ın gerçek hikayesi?
- Bazıları "Gerçek mi" diyor. Gerçek diyorum. Ama adı Mihriban değil.
O
gençliğimde yaşanmış bir aşktı.
Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp
olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban.
Masa başında yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez.
Yaşayacaksın ki, yazacaksın.
O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire
başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. "Lambadaki alev üşüyor"
çıktı.
- Hangi seneydi... ?
1960...
O aşkınıza kavuşamadınız...
Yo olmadı.
Seviyordum. Olmadı. Ayıp olur şimdi adını söylemem.
Törelerimize aykırı.
İkinci birMihriban şiirim var. Biliyorsunuz.
"Unutmak kolay unutursun Mihriban" diye...
O da öyledir. Bunlar hep
gerçeğe dayalıdır. Güzel tertemiz bir sevgiydi, tertemiz de bir ayrılma
oldu.
Nerde olduğunu biliyor musunuz?
Bilmiyorum. Zaten benim memleketlim de değildi...
Yaşayıp yaşamadığını biliyor musunuz?
Onu da bilmiyorum...
Sivas'ta bir televizyona çıktım. Telefon bağlantısı
var. Bir hanım çıktı, "Abi o yaşıyor mu" dedi. "Bilmiyorum" dedim.
"Nasıl bilmiyorsun" dedi. "Bilmiyorum işte" dedim. O bayan, "Eğer
yaşıyor da, bu türküyü dinliyorsa, Allah ona yardım etsin" dedi.
Hanımların dayanışması işte! Yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum vallahi.
- Hâlâ seviyor musunuz?
- Bazen aklıma düşüyor.
Ben unutursun diyorum ama, insan hiçbir zaman
unutamıyor... O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir
mektuptan dolayı bir cevap aldım.
"Unutmak kolay mı" başlığı mektubun.
"Unutmak kolay mı deme/Unutursun Mihriban'ım" diyorum.
"Düzen böyle bu
gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun
Mihriban'ım" dedim...
Allah o hallere düşürmesin, insan kendini de
unutur...
- Mihriban'dan başka aşkınız oldu mu?
Yok. Mihriban'dan başka aşkım olmadı.
Mihriban nasıl biriydi?
Valla ne bileyim, sıradan insanlara benzer birisiydi.
Çok mu güzeldi... Sarı saçlarına deli gönlümü/Bağlamıştın, çözülmüyor
Mihriban diyorsunuz.
Saçı da sarı değildi...
Belki bu şiirin bu kadar beğenilmesinin sebebi herkesin içinde bir
Mihriban'ın olması...
Gerçek yaşanıp, yazıldığı zaman okuyucu kendini bulur. Bu yüzden diyorum
ki, bence herkesin hayatında bir Mihriban var...
- Bir gün Mihriban'ı göreceğinize inanıyor musunuz?
- Bilmiyorum, görmek de istemiyorum. Değişmiştir şimdi. Ben onun nazarında
değiştim, o benim nazarımda değişti.
Niye görelim? Öyle kalsın ya...
İnsanların gönülde kalması, gözde kalmasından daha iyidir.
Mihriban Şiiri Hakkında Aktarılan Diğer Hikayeler
1. Hikaye
1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesi bu…
Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim köyünde genç bir kız görür, gördüğü kız ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur… Mihriban’ın kelime anlamı: Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasına gelmektedir. İşte bu kız da aynı şeyleri kendi sıfatı yapmıştır. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası artık değişir, hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakar… Bu halini gören ailesi, kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce “kız küçük” derler, bahane bulurlar. Bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır, gerçeği söylerler: “Kız nişanlıdır…”
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim, kızın nişanlı olduğunu duyunca da: “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der.
7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılacaktır:
Sarı saçlarına deli gönlümü,
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Yar, deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor,
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.
Önce naz sonra söz ve sonra hile,
Sevilen seveni düşürür dile.
Seneler asırlar değişse bile,
Eski töre bozulmuyor Mihriban.
Tabiplerde ilaç yoktur yarama,
Aşk değince ötesini arama.
Her nesnenin bir bitimi var ama,
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
Boşa bağlanmış bülbül gülüne,
Kar koysan köz olur aşkın külüne,
Şaştım kara bahtım tahammülüne,
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı,
Ancak çeken bilir bu derdi gamı.
Bir kördüğüm baştan sona tamamı,
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz. Tabi Mihriban da… Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar:
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep…
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır.
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece,
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki,
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de,
Unutursun Mihriban’ım.
“Mistik bir olgunlukla, Son bir kez diyor… Son bir kez daha görmek istemezdim… O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın…”
“Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor… O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. “Unutmak kolay mı?” başlığı mektubun. “Unutmak kolay mı? deme/Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Düzen böyle bu gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun Mihriban’ım” diyorum…
1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesi bu…
Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim köyünde genç bir kız görür, gördüğü kız ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur… Mihriban’ın kelime anlamı: Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasına gelmektedir. İşte bu kız da aynı şeyleri kendi sıfatı yapmıştır. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası artık değişir, hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakar… Bu halini gören ailesi, kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce “kız küçük” derler, bahane bulurlar. Bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır, gerçeği söylerler: “Kız nişanlıdır…”
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim, kızın nişanlı olduğunu duyunca da: “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der.
7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılacaktır:
Sarı saçlarına deli gönlümü,
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Yar, deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor,
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.
Önce naz sonra söz ve sonra hile,
Sevilen seveni düşürür dile.
Seneler asırlar değişse bile,
Eski töre bozulmuyor Mihriban.
Tabiplerde ilaç yoktur yarama,
Aşk değince ötesini arama.
Her nesnenin bir bitimi var ama,
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
Boşa bağlanmış bülbül gülüne,
Kar koysan köz olur aşkın külüne,
Şaştım kara bahtım tahammülüne,
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı,
Ancak çeken bilir bu derdi gamı.
Bir kördüğüm baştan sona tamamı,
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz. Tabi Mihriban da… Bir mektup yazar Abdurrahim’e “Unutmak kolay değil” der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar:
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep…
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır.
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece,
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki,
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de,
Unutursun Mihriban’ım.
“Mistik bir olgunlukla, Son bir kez diyor… Son bir kez daha görmek istemezdim… O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın…”
“Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor… O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. “Unutmak kolay mı?” başlığı mektubun. “Unutmak kolay mı? deme/Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Düzen böyle bu gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun Mihriban’ım” diyorum…
2. Hikaye
“Abdurrahim Karakoç, 9 şiir kitabına, halk edebiyatı türünde sosyal
olayları ve bireysel duyuşları aynı anda özümseyebilen, dağı delen
Ferhat’ın yüreğinde taşıdığı Şirin’i “Mihriban” zirvesiyle yüceltirken,
dağın bağrından akıtacağı suyun halkına bereket getireceği umudunu hep
diri tutmuş bir idealisttir. ”Maraş diyarı” menşeli şairlerden olan
Karakoç, çok yönlü bir yapısı olan şairlerdendir.” Diye bahsediyor bir
hemşerilisi Karakoç hakkında. Burada Karakoç’un hayatından,
eserlerinden ya da kaç şiirinin bestelendiğinden bahsetmeyeceğim ama bu
demek değildir ki önemli biri değil hissettiklerini açık ve samimi bir
şekilde ifade eden ender kişilerdendir. Hayatını ya da eserlerini
isteyen her kişi en kısa yoldan internetten edinebilir. Benim anlatmak
istediğim ise Karakoç ile nasıl tanıştığım ya da onu nasıl
tanıdığımdır. Ortaokul yıllarında duyduğum bir hikayeden sonra
Abdurrahim Karakoç hakkında daha çok bilgi edinme yoluna girdim. İşte
sizlere bu hikayeden bahsetmek istiyorum. Olur da hala Karakoç’u
tanımayanlar ya da tanımak istemeyenler belki ilgilenirler. Hikayeye
gelince:
Rivayete göre; Karakoç üniversiteyi kazanmış ve üniversitenin
ilk günü erkenden gelip sınıfın kapısını tam karşıdan gören bir sıraya
oturmuş ve içeri girenler hakkında (kendi kendisine) önyargıda
bulunmaya başlamış.”Şu iyi birisine benziyor. Buna dikkat etmek lazım.
Bundan korkulur” gibilerinden. İşte tam bu sırada içeri sarışın, melek
yüzlü, masum mu masum bakışları olan bir kız girmiş. Karakoç bunu görür
görmez âşık olmuş. Tüm kimyası birden değişmiş. Zaman geçtikçe önce bu
kızın adının “Mihriban” olduğunu öğrenmiş, sonra Mihriban’la tanışmış.
Zaman geçtikçe Mihriban’la giderek daha samimi olurlar ve artık ortak
bir arkadaş grupları oluşur. Çevresinde bunlar yaşanırken Karakoç’un
içindeki ateş giderek büyüyor. Yanındayken dokunamamak, sarılamamak
dayanılmaz bir hal alıyor. Arkadaş grubunda yedikleri, içtikleri ayrı
gitmiyor. Her gün beraberler okulda, öğrenci evlerinde. Tüm bunlar
olurken arkadaşları da artık durumdan anlıyorlar çünkü Karakoç,
Mihriban’ı görünce ne yapacağını şaşırıyor, okula gelmediği günlerde
hemen kız arkadaşlarına koşup soruyor. Tabi bu durum Mihriban’ının da
dikkatinden kaçmıyor, kimseye belli etmese de içten içe bu durumdan
hoşnutluk duyuyor. Zaman geçtikçe erkekler Karakoç’u, kızlar da
Mihriban’ı sıkıştırıyorlar birbirlerine açılmaları konusunda. Tabi bu
arada Mihriban’ın talipleri de çıkıyor netice de genç ve güzel bir
bayan. Ama Mihriban bu tekliflerin hiçbirine burnun ucuyla bile
bakmamıştır. Karakoç, Mihriban’a talip olanları duyunca beyninden
vurulmuşa dönüyor ve hemen o kişilerin yollarını kesip onları tehdit
etmeye başlıyor. Bir yandan böyle davrana Karakoç bir yandan da
tekliflerin reddedildiğini öğrenince de sevinçten ne yapacağını
bilmiyor. Bu durumu öğrenen Mihriban, bazen kızmış gibi yapıyor ama bu
durum çok hoşuna gidiyor. Aradan zaman geçiyor, samimiyetlikleri,
sevgileri giderek artıyor. Artık üniversitenin son yılına gelinmiştir
ama hala kimse birbirine açılmamıştır. Bu durum arkadaşları arasında
espri konusu bile olmaya başlamıştır. Her ikisi de birbirini sevdiğini
bilmektedir ama ne hükümse hiçbiri bir türlü açılma yolunu seçmiyor.
Karakoç, tipik bir Anadolu genci gibi utangaç, çekingen birisidir ve
Mihriban’la konuşursa onu üzeceğini ya da aşkının karşılık
bulmayacağından çekinmektedir sürekli. Mihriban ise böyle konularda ilk
adımın daima erkeklerden gelmesi gerektiğini düşünmektedir. Zaman
Karakoç için çok hızlı geçmektedir ve artık üniversitenin son dönemi
gelip çatmıştır. Bir taraftan erkekler Karakoç’ sıkıştırırken, kızlar da
Mihriban’ı sıkıştırmaya başlamışlar. Çünkü birbirini böyle çok seven
arkadaşlarının artık birbirlerine kavuşmalarını istiyorlar. Artık bu
durumdan arkadaşları da rahatsız olmaya başlıyor. Üniversitenin bitmesi
yaklaştıkça arkadaşları bu işin çözülmesi için çareler düşünürken;
içlerinden biri:”Birbirlerine açılmaya kadar ikisiyle de
konuşmayalım.”önerisini ortaya atıyor. Hepsi arkadaşlarının mutluluğu
için bunu kabul ediyor ve o günden sonra Karakoç’un tek konuşabildiği
kişi Mihriban, Mihriban’ın da konuşabildiği tek kişi Abdurrahim’dir.
Aslında her ikisi de bunca yıllık arkadaşlarının kendileriyle niçin
konuşmadıklarını çok iyi bilmektedirler ama ikisi de bu durumu
düzeltmek için hiçbir şey yapmamaktadırlar. Aslında Karakoç çok kere
aşkını anlatmaya çalışmıştır ama ne zaman Mihriban’la yalnız kalsalar
bir türlü konuşamamakta, kendisini anlatamamaktadır. Sanki her şey
kendisine engel oluyor, hissine kapılıyor. Çünkü ne zaman konuşmak
istese ya yalnız kalamıyorlar ya da bir türlü konuşamıyor. Artık her
ikisi de bu durumdan sıkılmaya başlamıştır, üniversite çekilmiyordur.
Derken yine Mihriban’a biri talip olmuştur ve bu sefer Mihriban teklifi
düşünmesi için zaman istiyor. Bunu duyan arkadaşları niçin böyle bir
şey yaptığına bir türlü akıl erdiremiyorlar ve dayanamayıp Mihriban’a
cevabının ne olacağını soruyorlar. Mihriban da artık bu durumdan
sıkıldığını ve Karakoç’a çok kızgın olduğunu söyleyerek, bu sefer
teklife hayır demeyeceğini arkadaşlarına söylüyor. Arkadaşları
duyduklarının şokunu atlatmadan Mihriban oradan uzaklaşıyor. Sessiz ve
kimsesiz bir köşeye çekilip hüngür hüngür ağlamaya başlıyor.
Arkadaşları bunun bir şaka olduğunu düşünüyor çünkü birbirini böyle
seven iki aşığın sonunun böyle olacağına hiç inanmıyorlar. Bir yandan
da bu durumu Karakoç’ söyleyip söylemeyeceklerini kara kara düşünmeye
başlıyor ve bu durumu öğrenmesi durumun Karakoç’un gidip konuşacağını
düşünerek, ona söylüyorlar. Eve gidip, anlatmak için yola çıkıyorlar.
Eve geldiklerinde Karakoç onlara doğru sevinçle koşarak, bağıra bağıra
“Bitti, bitti, sonunda bitirebildim” diyor. Arkadaşları da biran
söyleyeceklerini unutup,”Ne oldu, neyi bitirdin?” diye merakla sormaya
başlamışlar. Karakoç’ta, Mihriban’a kendimi anlatacak bir şiir yazmaya
çalıştığını ve sonunda bitirebildiğini söylemiştir. Arkadaşları da
sevinçle sonunda konuşacaksın öyle mi ama bir sorun var. Karakoç’ta
merakla ” Ne oldu, Mihriban’a mı bir şey oldu, o iyi öyle değil mi?”
soruları arka arkaya sıralamaya başlıyor. Birkaç saniye sonra ortamı
büyük bir sessizlik kaplar ve herkes birbirine çaresizce bakmaya başlar.
Durumu Karakoç’a nasıl anlatacaklarını kara kara düşünmeye başlarlar.
Karakoç birden bağırır ve “Ne oldu?” birisi bir şey söylesin, der.
Arkadaşları da çaresizce vaziyeti anlatırlar. Tüm yaşananları duyan
Karakoç ceketini alıp, kendisini sokağa atar. Arkasından koşan
arkadaşları onun izini kaybederler. Birkaç gün Karakoç’u kimse görmez.
Arkadaşları giderek korkmaya başlar ve Karakoç’un kendisine bir şey
yaptığını düşünürler. Tüm bu yaşananlardan habersiz olan Mihriban ise
bu arada üniversiteye gelmez ve nişan hazırlıklarıyla uğraşmaya başlar.
Mihriban’ı arayan kimse bulamaz. Bir gün sonra Karakoç ortaya çıkar.
Üstü başı çamur içindedir ama yüzü üstünden de beter bir haldedir.
Arkadaşları, onu teselli etmeye çalışırlar ama o, hiç kimseyle
konuşmaz. Yaşayan bir ölü misali üniversiteye gider, gelir. Bu arada
Mihriban da ortaya çıkmıştır ve arkadaşlarına nişanlandığını
söylemiştir. Karakoç’un durumunu görünce dayanamaz ve arkadaşlarına ne
olduğunu sorar. Nişanı duyan arkadaşları Karakoç’un, Mihriban’ın
gözünde küçük düşmemesi için çok sevdiği bir yakınını kaybettiğini
söylerler. Bunu duyan Mihriban dayanmayıp Karakoç’un yanına gider ve
“Başın sağolsun” der. Şaşkın bir şekilde Mihriban’a bakan Karakoç’un
gözünden iki damla yaş akar ve başını sallayarak, daha fazla dayanamaz
ve oradan hızla ayrılır. Bu olay Mihriban’ın Karakoç’u gördüğü son olay
olur. Mezuniyet törenine bile katılmayan Karakoç’a ne olduğunu hiç
kimse bilmez.
Tabi ki hikaye bu şeklide bitmiyor ama hikayeye devam etmeden
Karakoç’un, Mihriban için yazdığı şiirden bahsedelim.Karakoç, Mihriban
için bir çok şiir yazmıştır ama bu şiirin ayrı bir yeri vardır çünkü;
bu şiirle aşkını anlatacağını düşünmüştür ama hiçbir şey hayal ettiği
gibi gitmemiştir ve bu şiiri Mihriban’a verememiştir.İşte bir gencin
yüreğinin derinliklerinden koparak oluşan o meşhur şiir:
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
Tüm bu yaşananlardan sonra herkes bir tarafa dağılmıştır ama
Karakoç’un nerede olduğunu hiç kimse bilmemektedir. Mihriban ise
Edebiyat Öğretmeni olarak atanmıştır. Aradan birkaç sene geçtikten
sonra günün birinde Mihriban’ın bulunduğu ilde edebiyatçılardan oluşan
bir grubun bir söyleşi vereceği ve herkesin bu söyleşiye davetli
olduğunu anons eden sesi duyan Mihriban buna gitme kararı alır. Anonsta
hangi edebiyatçılarında olduğu söylenir ama Mihriban kimlerin olduğunu
anlayamaz. O gün gelir ve Mihriban en ön sıralardan birine oturur.
Konuşmacılar sahneye çıkar ve söyleşi başlar. Konuşmacılardan biri
söyleşinin sonunda genç bir şairin şiir okuyacağını söyler ama bu genç
şairin kim olduğunu söylemez. Söyleşi Mihriban için çok zevkli
geçmiştir ve bir ara gizemli şairi düşünür “acaba kim?” diye.
Söyleşinin sonuna doğru konuşmacılardan biri işte sizlere sözünü
ettiğimiz genç şair der ama tam ismini söyleyecekken, söyleşinin
havasına kapılan seyirciler daha ismini bile duymadan alkışlamaya başlar
ve konuşmacı da ismi söylemekten vazgeçer. Sahneye çıkan Karakoç’tur.
Seyircileri selamlayan Karakoç, bir yandan da seyirciler arasında
tanıdık kimse olup olmadığına göz ucuyla bakar ve birden ön sırada ki
sarı saçlı bayan dikkatini çeker ve o tarafa döner. Dönerken de aklına
üniversitenin ilk günü yaşadıkları gelir. Hafif bir tebessümle döner ve
gözlerine inanamaz. Karşısında duran kişinin Mihriban olduğunu görünce
yüreğinin sanki yerinden fırlayıp Mihriban’ın kucağına konduğunu
hisseder. Karakoç bunları yaşarken Mihriban ise o yağız delikanlının
ayaklarına kapanmak için kendisini zor tutar. Tüm bunlar yaşanırken
Karakoç o meşhur, insanı aşık eden o yüce duygularla dolu şiirini
okumaya başlıyor.”Sarı saçlarını deli gönlümü / bağlamışım, çözülmüyor
Mihriban “ diye başlıyor okumaya Karakoç, okurken de Mihriban’a
bakıyor.İlk mısraları duyar duymaz yüreğinde biriken tüm sevginin
gücüyle haykıra haykıra ağlamaya başlıyor.Seyirciler bir yandan
kendilerini şiirin büyüsüne kaptırırken bir yandan da bu bayanın neden
ağladığını merak ediyorlar.Karakoç şiirini bitirip seyircileri tekrar
selamladıktan sonra kulise dönüyor.Soyunma odasına girip ağlamaya
başlıyor.Hayatın ne kadar acımasız olduğunu haykırıyor.Kendi kendine
“Ben seni böyle mi görecektim?” diye söylenmeye başlıyor.Yüreğindeki
sevgi ve acıya daha fazla dayanamayan Mihriban koşarak kulise
yöneliyor.Karakoç’u ararken de bir yandan da çocuk gibi
seviniyor.Kapıya vuruyor ve içeriden “Buyurun.” Sesini duyunca içeri
giriyor ve Karakoç’un kapıya yaşlı gözlerle baktığını görüyor.
Karakoç’un konuşmasına bile izin vermeden “SENİ SEVİYORUM” diye
haykırmış. Senin de beni sevdiğini biliyorum, bu şiiri de bana yazdığını
duymuştum arkadaşlardan, yeter artık bitsin bu hasret. Ne olur artık
dayanamıyorum sensizliğe. Mihriban bunları söylerken gözlerinden akan
yaşları silmeye çalışan Karakoç’un elleri yüzüne değince Mihriban’ın
tüm vücudunu bir titreme kaplıyor. Bir yandan Mihriban’ı dinleyen
Karakoç bir yandan da hafızasını yoklar. Mihriban sakinleştiğinde “ sen
evlenmedin mi?” diye sorar. Mihriban; “seni üniversiteden sonra çok
aradım ama hiç kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Nişanı sadece sana
cesaret vermesi için yaptım ve sonra da attım. Ama tüm bunlar
yaşanırken sen ortada yoktun. Seni çok aradım.” Bunları duyan Karakoç
gözyaşlarına engel olmaz yanındaki sandalyeye çöker. Kara kara
düşünmeye başlar. Mihriban bu durum karşısında “sen üniversitede de
böyleydin, sürekli hindi gibi düşünürdün.” der.Aradan biraz zaman geçer
ama Karakoç hala düşüncelidir.Bu duruma bir anlam veremeyen Mihriban
tekrar “ Bu şiiri bana yazdığını ve seninde beni sevdiğini biliyorum.”
Der.Bunun karşısında Karakoç ayağa kalkar ve Mihriban’a bakıp, ben o
şiiri sana değil kızıma yazdım,der.Duyduklarına inanamayan Mihriban
olduğu yere yıkılır.Hemen yardım isteyen Karakoç, Mihriban’ı hastaneye
kaldırır ve hastane odasında Mihriban’ın ayılmasını beklerken bir şiir
daha yazar.Mihriban uyanmadan odadan ayrılır.Mihriban uyandığında
etrafına şaşkınlıkla bakar ve nerede olduğunu anlamaya başlar aniden
aklına Karakoç gelir ve odadaki hemşireye beni buraya kim getirdi, diye
sorar.Hemşire de bir erkeğin getirdiğini ve size verilmek üzere bu
zarfı bıraktığını söyler.Zarfı açıp okur, okurken de gözyaşlarına hakim
olamaz.Hemşire ne olduğunu sorduğunda; “ çok sevdiği bir yakınını
kaybettiğini” söyler.
Zarfta şu yazıyormuş:
MİHRİBAN ( UNUTURSUN)
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir herşeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
ABDURRAHIM KARAKOÇ
Tüm bu yaşananlardan sonra şiiri okurken ya da en azından şarkısını dinlerken bu olayı dikkate almayı unutmayınız. O zaman Abdurrahim Karakoç’un şairliğine bir kere daha hayran olacaksınız. Yalanların doğru olduğu bir zaman da böyle bir sevgiyi görmeyeli uzun zaman olmuştu, değil mi? Karakoç yüreğini kara’ya dökmede başarılı şairlerimizdendir. Ne yazık ki; bir sanatçının değerinin anlaşılması için ölmesi gerekiyor. Umarım asırlardır süren bu gafletten uyanır, sanata ve sanatçıya hak ettiği değeri veririz. Mihriban olayında olduğu gibi hayatta geç kalmamanız dileğiyle…
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir herşeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
ABDURRAHIM KARAKOÇ
Tüm bu yaşananlardan sonra şiiri okurken ya da en azından şarkısını dinlerken bu olayı dikkate almayı unutmayınız. O zaman Abdurrahim Karakoç’un şairliğine bir kere daha hayran olacaksınız. Yalanların doğru olduğu bir zaman da böyle bir sevgiyi görmeyeli uzun zaman olmuştu, değil mi? Karakoç yüreğini kara’ya dökmede başarılı şairlerimizdendir. Ne yazık ki; bir sanatçının değerinin anlaşılması için ölmesi gerekiyor. Umarım asırlardır süren bu gafletten uyanır, sanata ve sanatçıya hak ettiği değeri veririz. Mihriban olayında olduğu gibi hayatta geç kalmamanız dileğiyle…